19 Aralık 2012 Çarşamba

Leylekler bazen yuva değiştirirler...


Taşınmayı sevmiyorum.. Gerçekten hiç sevmiyorum...

Taşınma önceliği evi bulmak değil, onu zaten bi şekilde buluyorsunuz. Günlerce sokak sokak gez, emlakçılarla muhattap ol, ev sahipleri “bekara verilecek evim yok, sen üç günde bir eve erkek getirirsin” desin, evi çok beğen “tutuldu” desinler, kaybol, ağla... Bunlar gerçekten dert değil.

Dertler evi bulduktan sonra başlıyor. Öncelikle taşıma şirketi dediğimiz ya çok para alıp donunuzu bile katlayıp yerine koyan adamlar, ya da az para alıp sadece taşıyan adamlar arasında seçim yapıp birini bulmanız gerekiyor.

Ben de buldum. Ama taşıma şirketini değil, papazı bulmuşum tam olarak.

Gün, taşıyıcı amcaların önce evi bulamamasıyla başladı. Tamam, bu çok sık başıma gelen bir şey. Çünkü (eski) evin sokağıyla aynı isimde çok yakınımda bir sokak ve bir de cadde var. Bu adres bulamama mevzusu ilk ortaya çıktığında, acı çekerek öğrenmiştim.

Evi buldular ve geldiler. Tıkır tıkır paketliyorlar ilk bakışta. Yalnız bırakmayacak olan arkadaşlarımın ilki geldi, laklaka verdik kendimizi. Sürekli bi çay isteniyor ama bu da normal geliyor. Alışığım, ilk taşınmam değil bu. Taşıyan adamlar hep çay isterler.

Evin yarısı paketlendi, kamyonun dolduğunu ve ikinci turu yapacaklarını söylediler. Hayhay, evler yakın... Huysuzlanmakla birlikte yapacak bir şey yok.

Daha sonra kalanlar için ekstra para istediler, “kalanı da gelsin bakarız” diyerek yolladım geri. Neyse getirdiler, getirdiler ama yine para diye tutturdular. Gecenin bir yarısına kadar kavga, hakaret, tehdit, her şeyi içeren enfes bir taşınma oldu.

Hiç bir şeyi yerine koymadılar, eşyalarım hasar gördü, dolaplar düzgün kurulmadı, her şeyi evin bir yerlerine karman çorman yığıp yığıp gittiler.

Şimdi gelelim dertlere...

Dert  bir... Bu ev nasıl temizlenecek?

Bilmiyorum. Parça parça temizliyorum. Şu an lavabolar ve giderlere açıcı döktüm, beklemedeyim. Çünkü sabah banyoyu yıkamaya başladığımda gördüm ki yerdeki gider bana mısın demiyor. 

Dert iki.. Tesisat ve elektrik işlerini kim yapacak?

Sitenin kadrolu tesisatçı ve elektrikçisi varmış. Bu güzel haber ama adamların gelebilmesi için önce ortalığı temizlemek lazım. Anne bunu bana sen bulaştırdın! Adamlar gelmeden ortalığı toparlamam lazım ama adamlar gelmeden de ortalığı toparlayamıyorum!

Dert üç... Bu ev nasıl düzelecek şimdi? Bu eşyalar nasıl toparlanacak?

Çinden ucuz işçi getirmek ya da pahalı taşıma şirketi bulup yeniden taşınarak evi onlara yerleştirtmek gibi fikirlerim var. Tanıdığınız bir köle taciri var mı?

Dert dört... Bu mobilyalar nasıl tekrar adam edilecek?

Bu konuda da yaratıcı fikirlerim var. Eğer uygulamak için gereken enerjiyi bulabilirsem, ileriki günlerde bloguma yazacak yeni cici yazılarım olacak.

Dert beş... Elektrik, su, doğal gaz, telefon, vs. taşınmaları

İşte bu kısımdan gerçekten nefret ediyorum.

Neyse yarım saat oldu gibi. Ben evdeki açılmayı bekleyen deliklerin ilk turuyla ilgileneyim.

Aksiyonsuz olmazdı değil mi? İlla bir şeyler çıkacak.


Dip Not: Banyonun lavabosu ve küvetten su artık kıvrıla kıvrıla akıyor ama yerdeki gider hala oralı değil. 

5 Aralık 2012 Çarşamba

Kanaviçe İlkbahar Kuzucukları

Ve işte ilk el işi paylaşamım! Canım kanaviçem!




Bu kanaviçe tablolar çarpı işi denilen teknikle yapılıyor ve kesinlikle ileri nakış teknikleri bilmeniz gerekmiyor. Gidiyorsunuz bir dükkana, resmi beğeniyorsunuz, onlar size gereken tüm iplikleri veriyor ve gönderiyorlar. Lakin aynı yerden iğne almayı unutmayın. Çünkü bildiğiniz dikiş iğnesiyle bu iş olmuyor.

Denedim, ip içinden geçmedi normal iğnenin!

Bir de nakış makası isteyin. Evde yok biliyorum, hiç burun kıvırmayın. Ofiste kullandığınız o koca makasla ipleri keserken bu dediğimi hatırlarsınız.

Ayrıca bu çarpı işi çok ekonomik bir hobiymiş. Aldım, tam 3 senedir yapıyorum ve hala tamamlanmış değil.

Bir gün bittiğindeyse eminim çok güzel bir tablo olacak.

4 Aralık 2012 Salı

Yollar ve Anne Mayıştırması Üzerine...


Geçtiğimiz haftasonu memleketime gidip, ne durumda bensiz diye bir bakayım dedim. Bahane olarak da kendime kan kardeşimin evlenecek olmasını seçtim. Bir elimde hediyem, bir elimde bavulum düştüm yine yollara.

Bu sefer ulaşım aracı olarak alıştığım o daracık uçak koltuğunu seçmedim. Hem ekonomi yapayım bari o kadar indirimim var, hem de nostalji olsun üniversite zamanlarındaki gibi diyerek kara yolundan otobüs koltuğunu seçtim. Gittim güzel güzel tekli koltuk biletimi, 1 numara şoför arkasından aldım.

Otobüs şirketinin terminaline geldiğimde indiğim, bindiğim bir sürü yolculuk geldi geçti gözümün önünden. Böyle bir hastalığım var benim. Her binişimi, her inişimi hatırlarım yollardaki. Sanırım yolun vakitsiz bitme ihtimalinin, atlattığım bir kaç kaza girişiminin etkisiyle de kafama kazınmış olmasından. Yola çıkmadan hem bir hüzün basar, hem de çocuksu bir neşe gelir üzerime.

Yolculuk başlayınca, sosyalleşesim geldi Facebook’u bir kurcalayayım dedim. Telefonun ekranını yukarıya doğru ittirirken birden bomba haberi gördüm! Daha tekerlek döneli 10 dakika olmuş, ben düğünün ertelendiğini öğreniyorum! Telefona sarıldım, ama yok kapalı telefon. Aldı mı bir panik beni! Neyse buradan hikaye çıkmayacak, sadece ertelemişler. Merak etmeyin, aksiyon yok yani.

Özlemişim.. Bakmayın, leyleklerden şikayetçi bu bünye aslında yolda olmayı çok sever. Hele ki gece yollarını çok daha fazla sever. Gecenin sessizliğinde yolu dinlemek kafasını boşaltır, zihnini açar ve tatlı bir uykuya daldırır. Yolun kıvrımlarının tekerleklerin altından kayışını izlemek ise hayata dair çok şey düşündür bana. 

Romantizm mi? 7 saat yol kurmadan, düşünmeden, düşlemeden, uyumadan nasıl geçer afedersiniz? Ne romantizmi?

Gecenin ayazında feribotun kenarından o karanlık denize bakıp, sigaranın dumanının ağır ağır rüzgara karışmasını izlemek başka ama.  İşte o sahnedeki romantizmi kabul ederim.  

Neyse memlekete gidiyorum, önemli olan bu... Çünkü ben şehrimi severim. Sokaklarının dönüşlerinde bana hikayeler yazdıran rüzgarıyla, gülümsemeleriyle beni yalnız bırakmayan martılarının gözlüklerine kadar her şeyini, her şeyiyle birlikte severim.      



Tabi insan yurdunu, yuvasını bulunca gittiği ve döndüğü hal, şey yani bavul, aynı olmuyor. Ay memleket otu, ay memleket püsürü derken aldıkça almış, yine geldiğim bavula sığamaz olmuşum.

Ama bu sefer ilk defa gerçekten taştım! Çok yermişim gibi zeytin aldım, dağ kekiği aldım, lokum aldım, kahve aldım, çiğdem falan filan derken taştı bavulcuk! Mecburen en sonunda aldıklarımın bir kısmını, kendi kendime kargo ile yollamak zorunda kaldım. Yoksa köyden indim şehre hesabı, bir de etrafından ip bağlar alırdım koliyi elime. 

Ama bu ekonomiye katkı! Yerli üreticiye destek! Haksız mıyım?

Öte yandan bir de anne kucağı var tabi.. Annem benim geleceğimi değil, sadece hediyeyi kargo yapacağımı zannetmiş. Sabahın 5'inde kapıyı çalınca irkildi kadıncağız. Bir de kutuyu beklerken, yerine ben geldim. Ama olsun, hediye de benimleydi en azından.

Farkettim ki anne evi bende ekstra uyku yapıyor. Yemeklere bir şey karıştırdığına dair olan şüphelerimden dolayı bu sefer hep dışarıda yemeye özen göstersem de, zannedersem şırıngayla sabah kahvaltısındaki peynirin içine falan bir şeyler iteliyor annem. Mırıl mırıl uyuyorum, inanılır gibi değil...

Bir daha kahvaltıda neyi yiyip neyi yemediğine dikkat edeceğim... 

26 Kasım 2012 Pazartesi

Kışa Hazırlık: Kalamar

İşte bu da kışa hazırlık çalışmalarımdan. Tamam kış geldi, ama olsun.. 

Geç olsun, güç olmasın demişler...

Kalamar! Bir kısmı tavalık, bir kısmı dolmalık... 




Fasülye dondurmamı beklemiyordunuz herhalde?

16 Kasım 2012 Cuma

Kod adı: Dürdane!


Çalışan kadın olmanın başka bir sıkıntısı da evinizin anahtarının mecburen başka bir çalışan kadında olmasıdır: Kadın! Yardımcı, temizlikçi, kadın.. Farklı isimlerle ansak da onlar bizim evlerimizi yuvarlanan toz toplarından koruyan birer savaşçıdır.

Ayrıca şanslıysanız gömlekleriniz de ütülenir...

Benim de temizlikçi ablam var tabiki, uzun süredir oyuncu değişse de karakter hikayenin içinde. Bir zamanlar bir melek bu işlere bakıyordu; evim temiz, mutfağım düzenli ve camlarım dışarıyı gösterebilir şekildeydi... Şimdi mi?  Buyrun...

Taşınayım derken, abartıp komple şehir değiştirmiş olmanın getirdiği (bu hikayeye geleceğiz) zorlukların en başında kadınınızı da değiştirmenizin gerekmesi gelir. Bu durumda da bulabildiğiniz ve evinizin anahtarını emanet edebileceğiniz kadınlar arkadaş tavsiyeleri ve apartmanınızın kapıcısının eşi ile sınırlıdır. Ben ikinci seçenekle ilerledim. Pişmanım.


Ve çok şanslı değilim.. Berbat ütü yapıyor...

Kod adıyla Dürdane, değişik alışkanlıklara sahip. Mesela kesinlikle hiç bir şeyin sabit bir yeri olmasını sevmiyor. Yaratıcı bir kişiliği var ve değişiklikleri çok seviyor. Her gelişinde bana mutlaka en az bir bulmaca bırakır. Örneğin her temizlikten sonra 15 dakika cezve aramak artık benim için bir ritüel. Arkadaşlarım da alıştılar, mutfakta gerekirse hep birlikte cezvenin nerede olduğunu arıyoruz.

Kahretsin ki mutfağımda çok dolabım var...

Geçen seferki bulmaca ise en iyisiydi. Kapının yanındaki, artık ismi her neyse, çekmeceli raflı dolabımsı şeyin rafına bıraktığım ve hep orada duran şemsiyem hoşuna gitmemiş bu sefer. En son onu, ofis malzemelerimin olduğu kutunun içinde buldum. O kutuya gelene kadar, evin nerelerine baktığımı siz tahmin edin artık.

O kutu haricinde bir tek sifonun içi kalmıştı bakmadığım...

Yeni türeyen bir huyu ise ambalaj düşmanlığı. Çevreye duyarlı kadınım ambalajlara karşı. Eğer çoklu bir şey aldıysanız ve onlar ablajlıysa bir daha o ambalajı görmüyorsunuz. Misal 8li alıp kutusunda derli toplu dursun diye bıraktığım kutu kolalar hep buzdolabına dağılmış oluyor. Kutu ise meçhul... Kutu kola her neyse de, aynı şeyi pedlere de yapıyor. 20li paketi açıp, çekmeceye boşaltıveriyor!

Bir de çamaşır hususu var.. Her şeyi birlikte yıkayarak, dolabıma yeni renkler katmakta üstüne yok!

Lakin takdir ettiğim esas konu ise tutumluluğu... Yaklaşık 1 senedir kendisinde anahtarım var ve ben hala çamaşır suyu haricinde başka bir temizlik malzemesi satın almadım. Onu da ben zaten sürekli kullanıyorum o yokken de.

Temizliğin ardından ev neden mis gibi kokmuyor diye düşünüp duruyorum bir yandan da... Ben yapınca kokuyor... Allah allah...

Peki neden hala devam ediyorum?

Çünkü aynı apartmanda yaşıyoruz... Kargolarımı onlar alıyor, ben leyleklerle gezmeye gidince akan kokan bir şey var mı kontrol ediyor ve hastayken bana ıhlamur kaynatıp getiriyor...

Dahası şu an kendisine karşı çok yumuşadım. Az evvel getirdiği yaprak sarmalarından olabilir mi acep?

Anne işte.. Anneler hakkındaki yemeklere kesin bir şey karıştırıyor bunlar şüphelerimi destekliyor bu durum. Düşünün ne zaman annenize sinirlenseniz, tam dırdır yapacak olsanız, hop o yemeği koyuverir önünüze.. Yerken de ne sinir kalır, ne bir şey.. Uyuşursunuz, gevşersiniz, saçma bir huzur yayılır. Aynı işte! Ne zaman delirsem, hemen ardından bir sarma, bir keşkek, bir sıcak ev yemeği...

Uyuştum ve gevşedim...

Anneler bir şeyleri iyi yemek yaptıkları için o an ki lezzet sarhoşluğu içinde, anlık yanılsamalarla “ayh eveth çok süper kadın” dedirttiklerinde falan kaktırıyorlar hep. Dikkat edin, genelde ya ağzınız doluyken konuşuyorlar, ya da yemekten hemen sonra.  Aç değilim yemek yemeyeceğim derseniz sinirlenirler. Neden? Çünkü size o uyuşturucuyu veremiyorlar o zaman.

Anneannemi düşünüyorum, bir de yaprak sarmalarını yerken anneannemi nasıl gördüğümü düşünüyorum. Anneannemin arkasında, saçlarının arasında benim için hep yapraklar var. Dürdane de öyle. Saçlarının arasında hep yapraklar var, hem de halis tokat yaprağı, incecik...

Bence kenevir ve asma arasındaki akrabalık ilişkileri araştırılmalı. Çünkü anneannem asmaysa, Dürdane de kenevir benim için. İkisi de kafa yapıyor, sadece ek olarak kenevire alerjim var... 

26 Ekim 2012 Cuma

Tencere Böreği


Bir süredir dolapta beklemekte olan yufkalarıma bir hal çare bulmak gerekiyordu. Ben de haliyle onlardan börek yapmaya karar verdim. Yufkaları marketten, o poşetli olanlarından almıştım. Lakin bunların dokununca paramparça olan cinsten olduklarını tahmin etmemiştim. O yüzden sarılan bir börek için çok uygun olmadı. Aklıma tencere böreği yapmaktan başka bir şey de gelmedi, Yufotto da bir yere kadar yani.

Tencere böreğini annem yapardı hep. Aksu böreği derdik, çünkü Aksu çelik tencerede yapardı ve tarifi Aksu tencerelerin yanında çıkan yemek kitabında vardı. Benim öyle çelik tencerem yok, yani aslında çelik tencerem var da moderen kadın olacağım diye bombeli sevimli olanlardan almıştım. Bu börek hayatta dönmez onun içinde! Haliyle teflon tencere böreği olacak, şansına küssün...

Dolapta yufka var tamam da esas sorun içine koyacak nelerimin olduğu... Maydanoz var ama peynir yok, kıyma var ama soğan yok.. Eh elde ne varsa çıktı işte bir şeyler. Buyrun teflon böreğime!

İçi için:
150 gr donuk kıyma
1 avuç kavanozdaki dilimlenmiş mantarlardan
1/2 kırmızı biber
1 avuç maydanoz
1 sıkım Bibercik biber salçası
Tuz, karabiber, köri

Arası için:
1 yumurta
1 çorba kaşığı yoğurt
1/3 çay bardağı sıvı yağ
Bir miktar su

Çevresi için:
Yufka, işte o da olduğu kadar



Önce içini hazırladım tabiki. Buzlukta bulduğum ve inşallah bozulmamıştır diye umduğum bir top kıymayı mikrodalgada çözdürdüm. Lakin mikrodalgada bir şeyler çözdürürken bir kısmının pişmesine uyuz oluyorum. Bu sorun benden mi kaynaklanıyor yoksa genel bir sorun mudur bilmiyorum. Ama nefret ediyorum. Ardından kırmızı biberin yarısını boyuna dörde bölüp, enine küçük küçük doğradıktan sonra hafif yağlanmış, yağı ısıtılmış tavada biraz yumuşayana kadar döndürdüm. Bu kısmını tavayı sallayarak yapıyorum çok havalı oluyor. Ardından kıymalar, kıymalar kavrulunca bir avuç dilimlenmiş mantar, ardından tuz, karabiber, köri (kimyonu bulamadım, ne var??)... Hepsi pişince bir avuç koparılmış maydanozu yıkadıktan sonra makasla üzerine doğradım. Karıştırdım. Bitti.

Sonra arasını hazırladım. Bir kaseye yağ, yoğurt, yumurta ve suyu koyup çırptım. Bu kısmı bu kadar.

Gelelim teflon tencereye... Tencereyi bi güzel yağladım. Kenarları tencereden dışarı taşacak şekilde (kenarlarını daha sonra üstüne kıvıracağız) ilk kat yufkamı mümkün olan en büyük parçalardan serdim. Sonra yumurtalı inşaat harcını sürdüm, sonra biraz daha parçalanmış yufka, bir kat harç, bir kat parçalanmış yufka. Sonra kıymalı için yarısı, sonra yufka, harç, yufka, harç, yufka, harç, yufka, kalan iç, yufka, harç, yufka, harç, yufka, harç.. (yufka hep 3 kat saymayın boşuna) Sonra kenarlarda bıraktıklarımızı kıvırıp harç ile yapıştırdım, kalan yerlere de üzerinde hiç açık harç kalmayacak şekilde yufka parçaları yapıştırdım. Kapağını da kapattım, ocağın üstüne koydum. Kısık ateşte benimkinin bu yüzü 25 dakika da kızardı.

Ters yüz vakti, ben hokus pokus diyorum. İşte burası zor. Tencereyi ters çevirip böreği kapağa alıyoruz. Sonra onun üstüne tepsi ya da başka kapak kapatıp bir daha ters çeviriyoruz. Hop pişmemiş yüzü üstte! Üstüne bu sefer tencereyi kapatıyoruz, bir daha ters çevirip ocağa oturtuyoruz! 10 dakikada bu yüzü pişince afiyet şeker olsun!

Yufotto!


Yufotto börek yapmaya çalışırken kalan malzemelerden uydurduğum, mutlaka birileri bir şeye bu adı vermiştir diye tahmin ettiğim bir şey ama varsa da ben ne olduğunu bilmiyorum. Yığınla aldığım böreklik yufka sürekli paralandığından yufotto'yu önceden anlatayım dedim. Sanırım önümüzdeki günlerde sürekli yiyeceğim çünkü.

Yufotto
1 kişilik, kolaydan da öte

1 yumurta
1 çorba kaşığı yoğurt
1/5 çay bardağı sıvı yağ (böyle deyince daha profesyonel duruyor)
Aldığı kadar paralanmış yufka
Tuz, karabiber

Yufkalar hariç bütün malzeme birlikte çırpılır. İçine yufkalar didiklenir. Didiklenir karıştırılır, didiklenir karıştırılır... Artık yufkaların ıslanmayacağına kanaat getirildiğinde yufka eklemek bırakılır. Sonra yağsız büyük tavaya omlet gibi yayılır (çok kalın olmasın). Önlü arkalı pişirilir.

Afiyet olsun!

Bir Bulgur Köftesi Hikayesi


1. Bölüm: Her yeni yemek denemesinden önce anneye tarif sormak gerekmez!

Sevgili Blog,

Bildiğin üzere bugün bulgur köftesi yapmaya karar verdim. Yoo annem yapmazdı, daha önce yapmışlığım da yok. Hatta eve ilk defa bulgur aldım biliyorsun. Sabahtan beri tarif bakınıyorum. En sonunda bulduğum bütün tarifleri ucuca ekleyip bölerek çıkardığım sonuç, bulgur ve tuzu karıştırıp üzerini 1 parmak geçecek kadar su ekleyip, 15 dakika sonra bulgur kadar un ekleyip bir hamur elde etmek oldu. Daha sonra bu hamurdan fındık büyüklüğünde topçuklar yapılacak ve 15 dakika kaynar su da pişirilecek... Üzerine sarımsaklı yoğurt, onun üzerine kırmızı yağ... Oldukça kolay görünüyor.

Tariflerin 4 kişilik ailelerin eli bol anneleri için olduğunu hesaplayarak, kendime göresini yarım bardak bulgurdan yapmaya karar verdim. Çünkü annemin bulgurların suyu yiyince iki katına çıktıklarına dair bazı hikayeler anlattığını hatırlar gibiyim. Yoksa yanılıyor muyum?


2. Bölüm: Bulgur ve tuz karışımı nasıl ayrıştırılır?

Bulgur, tuz, su... bu kısım kolay gibi.. En azından bulguru tasa dökmek kolay... Aaa tuz bitmiş! (Bu cümleyi dün de kurup, makarnayı az öğütülmüş deniz tuzuyla yaptı) Neyse tuzlukta var biraz. Suyu dökmeye başlayınca gördüm ki, su dökülürken bu bulgurlar kalkıyor! Ee suyun 1 parmak geçtiğini bu bulgur dalgalarından nasıl anlayacağım ben!?! Gözüme 1 parmak gibi görünen bir yükseklikte su dökme işini bıraktım. Bu 15 dakikada da makyajımı temizlerim. (Su çok mu oldu ne? Bir de bu bulgurları önceden ayıklamak lazımdı galiba ama neyse dikkatli yerim artık...)


3. Bölüm: Aaa kocaman olmuş bunlar!

15 dakika geçti... Artık şu bulgurlara bakayım. Yaşasın şişmişler!

Besmeleyi çekip ellerime de eldivenlerimi takıp (aa ojelerimi hayatta bozamam!) undan bir bardak.. Hmmm buna kimyon konur mu? Konur bence.. Yok bu karabiber.. Olsun ikisinde de koyayım! Evet şimdi un... Yoğurmaya başladım.. Ama bu sıcak! Tariflerden birinde arada elinizi ıslatarak yoğurun diye bu yüzden mi diyordu? Bildiğin sıcak bu! Ee yoğuruyorum da bebek maması gibi bir şey bu sulu sulu? Hamur suluysa un eklemek lazımdı.. Biraz daha un... Eee ama hala sulu? Un? Suluu? Eh hala cıvık vılıvık bir şey bu ve hala yapışıyor! Fakat bu kadar yeter artık...

Herhalde doğası bu..


4. Bölüm: Fındık büyüklüğünde yuvarlak toplar

Hamurumuzdan fındık büyüklüğünde parçalar koparıp... Fındık dedim kayısı değil... Bu da ceviz oldu.. Ee fındık olmuyo bu? Abartmışlardır canım fındık diyerek, o kadar küçük olmuyo valla.. En fazla yarım ceviz oluyor... Hem daha da küçülürlerse bitmez bu top yapma işi! Neysem topçuları yapmaya çalıştım ama şekilleri pek topçuk olmadı. Aslında pek şekilleri olmadı diyebilirim. Lakin bu melun bir hamur ve sürekli elime yapışıyor. Su kaynamadı mı daha? Evet su da kaynamış (Bu evde sular hep geç kaynıyor, farkındasın değil mi blog?) 15 dakika kaynama süresinde de 3 günlük bulaşık vardı onları yıkayayım bari... Nasılsa sarımsak yemiyorum, dünden de salçalı yağ vardı aksesuarlarla uğraşmayacağım. Buzdolabına koymamıştım ama bir günde dışarda bozulacak değil. Zaten ısıtacağım için nasılsa içinde bir şey varsa ölür diye düşünüyorum...


5. Bölüm: Yemek Hazııır!

15 dakika daha geçti (Mutfak saatini kurmuştum!)... Kevgir lazım. Birinci çekmecede yok, ikincide de yook, hah üç! Tamam... Aay biraz daha büyümüş bunlar! Cidden daha mı küçük toplar yapmak lazımdı acep?  Çok bir de sanki bunlar! Neyse bir daha ki sefere daha küçük bir bardağın yarısından yaparım.

Sonuç? 1 tabak tepeleme şekilsiz köftem oldu! Yaşasın!! Yaşasın tabi de tadı nasıl acaba? Aç kalmayalım akşamın bu vakti? Neyse buzlukta köfte olacaktı...


6. Bölüm: Afiyet Olsun!

Evet yoğurtsuz tarafından alıp bir tadına bakayım önce.. E çok bi numarası yok böyle.. Yoğurtlu kısmından bakalım bi de.. Hımm evet bu olmuş! Yoğurt güzel, salça da gayet leziz. Fakat tıknaz olmuş sanki bunlar biraz, sıkı sıkı bi... İri bi de... İşte daha küçük yapacaktım! Ama olmadı napiim?

Ama ellerime sağlık mı? Sağlık valla!!


Dip not: Bir dahaki sefere daha az su koy.
Dip dip not: Annene sor!
Alışveriş notu: Evde bir aydır tuz yok, bi zahmet alıver artık!
Yarım saat sonra notu: Bunlar midemde hala şişmeye devam ediyor!

Ofis Masasından Mutfak Tezgahına...

İlk önce okul bitireceğim derdi, sonra iş bulacağım derdi, sonrada işten vakit ayıramama derdi derken yaş kemale ermeye yaklaşmış, lakin ki ben hala bir evi nasıl çekip çevireceğimi öğrenememişim.

İnternette gezerken görüyorum ki evini çevirmeyi bilenler bloglarında yaptıkları yemekleri, elişlerini paylaşıyorlar. Ben de bir iş kadını olarak yapamadığım yemekleri, bitiremediğim el işlerini koymaya karar verdim! Ayrıca zaman kazanmak için pratik çözümler sunup, profesyonel bir “geek” olarak internetten her şeyin nasıl satın alınabileceği konusunda sırlar vereceğim. Zamansızlıktan evde temizleyemediğimiz çerçöpün faydalı şeylere nasıl dönüştürülebileceği konusu ise tamamen geri dönüşüme saygımdan dolayıdır.

Bu blogda ara ara leyleklere küfredebilir, seyahat yazıları yazıyor olabilirim... "Nedir bu kızın leylek problemi?" derseniz, işte budur: Bir zamanlar hep dört duvar arasında çalışırken "Allahım bana seyahatli bir iş ver, bıktım duvarlara bakmaktan!" diye dua ederdim hep. Sonra leylekler uçtukça, ben de onlarla birlikte uçup durdum. Son günlerde sakin olsalar da, ben uçan leyleklerle o kadar çok haşır neşir oldum ki arkalarından şarkılar bile yazdım. 

Hikayelerdeki tüm yaşananlar ve karakterler gerçektir. Anne, annem; anneanne, anneannem; misafir, tüm misafirlerim; leylek, leylek ve ben de benim. Zamanla araya başka karakterler (temizlikçi abla, bakkalın çırağı, kargo görevlisi...) girebilir, ama bilin ki onlar da gerçekten ordadırlar.

Bu alternatif blog tüm döpyesli iş kadınlarına adanmıştır...