4 Aralık 2012 Salı

Yollar ve Anne Mayıştırması Üzerine...


Geçtiğimiz haftasonu memleketime gidip, ne durumda bensiz diye bir bakayım dedim. Bahane olarak da kendime kan kardeşimin evlenecek olmasını seçtim. Bir elimde hediyem, bir elimde bavulum düştüm yine yollara.

Bu sefer ulaşım aracı olarak alıştığım o daracık uçak koltuğunu seçmedim. Hem ekonomi yapayım bari o kadar indirimim var, hem de nostalji olsun üniversite zamanlarındaki gibi diyerek kara yolundan otobüs koltuğunu seçtim. Gittim güzel güzel tekli koltuk biletimi, 1 numara şoför arkasından aldım.

Otobüs şirketinin terminaline geldiğimde indiğim, bindiğim bir sürü yolculuk geldi geçti gözümün önünden. Böyle bir hastalığım var benim. Her binişimi, her inişimi hatırlarım yollardaki. Sanırım yolun vakitsiz bitme ihtimalinin, atlattığım bir kaç kaza girişiminin etkisiyle de kafama kazınmış olmasından. Yola çıkmadan hem bir hüzün basar, hem de çocuksu bir neşe gelir üzerime.

Yolculuk başlayınca, sosyalleşesim geldi Facebook’u bir kurcalayayım dedim. Telefonun ekranını yukarıya doğru ittirirken birden bomba haberi gördüm! Daha tekerlek döneli 10 dakika olmuş, ben düğünün ertelendiğini öğreniyorum! Telefona sarıldım, ama yok kapalı telefon. Aldı mı bir panik beni! Neyse buradan hikaye çıkmayacak, sadece ertelemişler. Merak etmeyin, aksiyon yok yani.

Özlemişim.. Bakmayın, leyleklerden şikayetçi bu bünye aslında yolda olmayı çok sever. Hele ki gece yollarını çok daha fazla sever. Gecenin sessizliğinde yolu dinlemek kafasını boşaltır, zihnini açar ve tatlı bir uykuya daldırır. Yolun kıvrımlarının tekerleklerin altından kayışını izlemek ise hayata dair çok şey düşündür bana. 

Romantizm mi? 7 saat yol kurmadan, düşünmeden, düşlemeden, uyumadan nasıl geçer afedersiniz? Ne romantizmi?

Gecenin ayazında feribotun kenarından o karanlık denize bakıp, sigaranın dumanının ağır ağır rüzgara karışmasını izlemek başka ama.  İşte o sahnedeki romantizmi kabul ederim.  

Neyse memlekete gidiyorum, önemli olan bu... Çünkü ben şehrimi severim. Sokaklarının dönüşlerinde bana hikayeler yazdıran rüzgarıyla, gülümsemeleriyle beni yalnız bırakmayan martılarının gözlüklerine kadar her şeyini, her şeyiyle birlikte severim.      



Tabi insan yurdunu, yuvasını bulunca gittiği ve döndüğü hal, şey yani bavul, aynı olmuyor. Ay memleket otu, ay memleket püsürü derken aldıkça almış, yine geldiğim bavula sığamaz olmuşum.

Ama bu sefer ilk defa gerçekten taştım! Çok yermişim gibi zeytin aldım, dağ kekiği aldım, lokum aldım, kahve aldım, çiğdem falan filan derken taştı bavulcuk! Mecburen en sonunda aldıklarımın bir kısmını, kendi kendime kargo ile yollamak zorunda kaldım. Yoksa köyden indim şehre hesabı, bir de etrafından ip bağlar alırdım koliyi elime. 

Ama bu ekonomiye katkı! Yerli üreticiye destek! Haksız mıyım?

Öte yandan bir de anne kucağı var tabi.. Annem benim geleceğimi değil, sadece hediyeyi kargo yapacağımı zannetmiş. Sabahın 5'inde kapıyı çalınca irkildi kadıncağız. Bir de kutuyu beklerken, yerine ben geldim. Ama olsun, hediye de benimleydi en azından.

Farkettim ki anne evi bende ekstra uyku yapıyor. Yemeklere bir şey karıştırdığına dair olan şüphelerimden dolayı bu sefer hep dışarıda yemeye özen göstersem de, zannedersem şırıngayla sabah kahvaltısındaki peynirin içine falan bir şeyler iteliyor annem. Mırıl mırıl uyuyorum, inanılır gibi değil...

Bir daha kahvaltıda neyi yiyip neyi yemediğine dikkat edeceğim... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder